Çanakkale geçildi mi?
Ekrem Kızıltaş
ekiziltas@milligazete.com.tr
19.03.2007 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümü, en azından konuya ehemmiyet verenler tarafından layıkı veçhile kutlanmaya, anılmaya, tes’id edilmeye çalışıldı.
Çanakkale’nin, kasıtlı olarak başka bazı şeylerin önüne geçirilmeye çalışıldığı şeklindeki tuhaf iddianın sahipleri ve muhtemelen onlar gibi düşünenler ise konuya soğuk ve mesafeli durmayı, tabir caizse Fransız kalmayı sürdürdüler.
Oysa Çanakkale, gerek 18 Mart’taki Deniz Zaferi ve gerekse bundan sonra devreye giren kara muharebeleri ile birlikte, belki de bugünkü var oluşumuzu sağlayan en önemli sebeplerinden birisi.
Yani birilerinin korktuğu gibi, Çanakkale’nin birşeylerin önüne taşınması ya da onların değersizleştirilmeye çalışılması gibi bir durum sözkonusu değil. Tam aksine, onların da değerinin tam olarak bilinebilmesi için, bütün sonraki gelişmeler açısından bir başlangıç noktası teşkil ediyor olan Çanakkale zaferlerinin değerinin tam olarak teslim edilmesi, hiç değilse buna gayret edilmesidir, yapılmaya çalışılan.
Kestirmeden söylemek gerekirse, Çanakkale Zaferi ya da zaferleri olmasaydı, belki de Kurtuluş Savaşı’ndan bahsetme şansımız bile olmayabilirdi.
Ölmeye durmak...
Bu zaferler, Osmanlı’nın hezimetlerle geçen yıllarından sonra, tam da ‘Hasta adam ölmeye durdu’ denildiği bir sırada gerçekleşmiş ve dışardakilerden çok içerdekiler, var olduklarının farkına varmışlardır.
Çanakkale Savaşları, denizi ve karada yapılanlarıyla bütün imkansızlıklara, yokluklara ve sıkıntılara rağmen, Osmanlı Devleti için, kelimenin tam anlamıyla bir zafer olmuştur.
Bu zaferler, İngiliz ve Fransızların, Osmanlı’yı daha işin başında yani 1915’in Mart Ayı ya da hemen ertesinde bitirme ve bugün üzerinde bulunduğumuz toprakları işgal etme gayretlerine engel olmuştur ki, başlı başına bu bile, Çanakkale denince durup uzun uzun düşünmeyi gerektiren bir husustur.
Unutulmaması gereken temel gerçek, Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı yenilgisi sebebiyle kaybettiği muharebelerin tamamının bugünkü sınırlarımız dışında gerçekleşmiş olduğu ve dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, mütareke ilan edildiği zamanki sınırlar içerisinde kurulmuş olduğu gerçeğidir.
Ya kaybetseydik?..
Daha da açmak gerekirse; eğer Çanakkale Savaşları kaybedilmiş olsaydı, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın, savaştan çok öne yaptıkları planlar gereği, topraklarımızın hemen tamamının işgal edilmesi neticesi ile karşı karşıya kalabilirdik.
Haritalara bir göz atarsak, İngiltere ve Fransa’nın savaşarak işgal ettikleri hiç bir yerden çekilmediklerini ve ama Mondros Müzakeresi’nin gereklerini denetlemek adına girdikleri yerlerden, yani bugünkü topraklarımızdan çekilmek durumunda kaldıklarını görürüz.
İngiltere ve Fransa’nın, sömürdükleri bölgelerde Halifenin nüfuzunu yok ederek, daha rahat bir şekilde sömürü faaliyetlerini sürdürmek ve hakimiyetlerini garanti altına almak niyetlerini biliyoruz.
Ama aynı zamanda bu iki ülkenin Rusya’yı da yedeklerine alarak, topraklarımızın tamamını ele geçirmek ve bizi bütünüyle tarihten silmek amacı taşıdıkları da malumdur. Onların çoğu, tıpkı Churchill gibi, ‘Türkler bulundukları yerden (Anadolu’dan) geldikleri yere (Orta Asya’ya) sürülmeli’ görüşünde idiler ve bunu yapabilecek güçte olduklarına da inanıyorlardı.
Olmak ya da olmamak!..
Çanakkale Savaşları, işte bu niyetlerin denize ve toprağa gömülmesi manasına gelmiş ve Osmanlı’dan geriye, bugün üzerinde yaşadığımız topraklar kalmıştır.
Konuyla alakalı yazıp çizenlerin hemen tamamı, Çanakkale Savaşları’nın, gücün bitti zannedildiği noktada yaşanan bir silkiniş, bir şahlanış olduğunu ve ‘Hasta Adam’ın ölmeye niyetinin olmadığını’ açık seçik ortaya koyduğunu ve bütün planların altüst olduğunu söylerler.
Çanakkale var olmakla yok olmak arasında bir yerlerde bulunan Milletimizin ‘varım’ sözünü gür bir sesle söylemesidir yani.
Bu sözün söylendiği, bu iddianın ispat edildiği ve dolayısıyla Kurtuluş Savaşı ruhunun tohumlarının atıldığı bir süreci yok sayma, kaale almama ve hatta insanımız tarafından derinlemesine öğrenilmesine karşı çıkma gayretlerini, anlayabilmek mümkün değildir.
Çanakkale’ye soğuk bakışın ve insanımızın bu zaferleri öğrenmesi ve Çanakkale Ruhunu yeniden kavramaya çalışmasının rahatsız ettiği çevrelerin derdi ne olabilir acaba?..
Bu konu üzerinde, hem de, derin derin düşünmekte fayda var...